HAFTANIN ALBÜMLERİ: 1-5 EYLÜL 2025



DAVID BYRNE – WHO IS THE SKY?

2023’te 'American Utopia' dönemini noktalayan David Byrne, bir kez daha üretim sürecine döndü. Akustik gitar ve programlanmış ritimlerin üzerine kaydettiği ilk fikirlerden yola çıkan Byrne, zamanla bunları yeni şarkılara dönüştürdü. Pandeminin ve sonrasındaki yılların getirdiği sorgulamalar –“Neden şarkı yazıyorum? Neden bu işi yapıyorum? Tüm bunların bir anlamı var mı?”– bu albümün de temelinde yatıyor.

Byrne, bu sorulara yanıt ararken ilk kez Grammy ödüllü prodüktör Kid Harpoon (Harry Styles, Miley Cyrus) ve New York merkezli oda topluluğu Ghost Train Orchestra ile güçlerini birleştirdi. Albümde ayrıca Paramore’un vokalisti Hayley Williams, uzun süredir birlikte çalıştığı St. Vincent ve The Smile davulcusu Tom Skinner da konuk olarak yer alıyor.

'Who Is The Sky?', hem 'American Utopia’nın umut dolu çizgisini sürdürüyor hem de Broadway uyarlaması ve filminde işlenen temaları yeni bir boyuta taşıyor. Byrne, insan bağlantıları, toplumsal birlik ihtimali ve kaotik bir dünyada anlam arayışını bu kez daha kişisel, sinematik, mizahi ve neşeli bir dille işliyor. Şarkılar, kimi zaman aşkın açıklanamazlığını, kimi zaman aydınlanmanın kişiden kişiye değişen doğasını, kimi zaman da en basitinden nemlendirmenin önemini hatırlatıyor.



SHAMECUTTHOROAT

Post-punk’ın en enerjik ve kışkırtıcı gruplarından shame, dördüncü albümleri ‘Cutthroat’ ile kısa bir süre sonra yeniden aramızda. Grammy ödüllü prodüktör John Congleton (St. Vincent, Angel Olsen, The Murder Capital)) ile kaydedilen albüm, grubun bugüne dek yaptığı en cesur ve en keskin işlerden biri. Vokalist Charlie Steen albümü şöyle özetliyor: “It’s about the cowards, the cunts, the hypocrites. Let’s face it, there’s a lot of them around right now.” (Bu albüm; korkaklar, şerefsizler ve ikiyüzlüler hakkında. Kabul edelim, şu anda etrafta onlardan çok var.)

Hâlâ yirmili yaşlarının ortalarında olan Steen, gitaristler Sean Coyle-Smith ve Eddie Green, basçı Josh Finerty ve davulcu Charlie Forbes’tan oluşan beşli, bugüne kadar efsanevi canlı performansları ve üç albümle modern post-punk sahnesinin en güvenilir isimlerinden biri haline geldi. Cutthroat ise grubun sıfırdan yeniden doğuşu gibi; doğrudan, yüzleşmeci ve her zamanki gibi ham.

Albümde, Shame, elektronik öğeleri daha önce olmadığı kadar öne çıkarıyor. Turnelerde eğlencesine ürettikleri loop’lar bu kez şarkıların merkezine taşınıyor. İlk single ve aynı zamanda albüme adını veren ‘Cutthroat’, indie dans pistlerine patlayıcı bir enerji bırakıyor. Steen’in Oscar Wilde’dan ilhamla yazdığı sözler, kibrin ve güvensizliğin aslında aynı madalyonun iki yüzü olduğunu vurguluyor.

‘Spartak’, Americana dokunuşlu gitarlarla sosyal tırmanışları ve klik kültürünü hedef alıyor. Steen, çocukken “yanlış” müziği sevdiği ve “yanlış” kıyafetler giydiği için dışlandığını hatırlatarak şarkıyı bir “fuck you” olarak tanımlıyor. ‘Quiet Life’, rockabilly esintileriyle The Gun Club ve The Cramps’e selam çakarken, ‘Lampião’, Steen’in Portekizce vokaliyle Brezilya’nın efsanevi haydut figürünü anlatıyor.

Albüm ilerledikçe ‘After Party’nin karanlık synth’leri ve ‘Axis Of Evil’ın Depeche Modevari elektronik saldırısı Shame’in müzikal evrenini genişletiyor. Steen’in mizahi, kendini küçümseyen tavrı da her şarkıya sinmiş durumda: “I’m not here to answer the questions, I’m a 27-year-old idiot…” diyor gülerek. (Sorulara cevap vermek için burada değilim, ben 27 yaşında bir aptalım…)

'Cutthroat', Shame’in bugüne kadarki en keskin albümü. Hem kaosa kafa tutuyor hem de hayatın absürtlüğünü kucaklıyor. Steen’in dediği gibi: “When you ain’t got nothing, you ain’t got nothing to lose.” (Elinde hiçbir şey yoksa, kaybedecek bir şeyin de yoktur.) Ve gerçekten de Shame hiç bu kadar iyi sound etmemişti.



SAINT ETIENNE – INTERNATIONAL

Saint Etienne’in, 13. ve son stüdyo albümü olarak duyurulan ‘International’, Tim Powell (Xenomania) ortak prodüktörlüğünde kaydedildi.

Grup, 35 yıllık dostluğun ve üretimin ardından dağılmıyor; ancak “sonsuz” sürdürme fikrine kapalı olduklarını ve müzik kariyerlerini büyük bir finalle noktalama isteğiyle bu kararı aldıklarını söylüyor. Geçtiğimiz Kasım’da yayınlanan, karanlık ve ambient tınılarıyla övgü toplayan 'The Night’ın hemen ardından gelen 'International', Saint Etienne’in farklı ama özüne sadık bir yüzünü yansıtıyor.

Bob Stanley ve Pete Wiggs’in çocukluk arkadaşlıklarıyla temelleri atılan Saint Etienne, 1990’da Neil Young’ın 'Only Love Can Break Your Heart' cover’ıyla sahneye çıktı. Sarah Cracknell’in 1991’de katılımıyla grup klasikleşen 'Foxbase Alpha' dönemine girdi. O zamandan bu yana müzik üretimlerinin yanında film, kitap ve kürasyon alanlarında da üretim yapan Saint Etienne, Southbank Centre’da 'artist in residence' unvanıyla da anıldı. Artık yeni kayıtların üzerine bir çizgi çekmenin vakti geldiğini söylüyorlar.

'International', önceki albüm 'The Night’tan oldukça farklı bir yaklaşım sunsa da özünde saf Saint Etienne. Albümde grup, dostlarını, kahramanlarını ve çağdaşlarını iş birliğine davet etmiş. 2022’de Kite Festival’de aynı sahneyi paylaştıklarında Saint Etienne hayranı olduklarını keşfettikleri Confidence Man, 'Brand New Me' şarkısında Sarah Cracknell ile Janet Planet’i yan yana getiriyor. Şarkı, adeta 1991’in taze bir hazinesini yeniden doğuruyor; 'Nothing Can Stop Us' ile 'Groove Is In The Heart' arasında bir yerde.

Diğer iş birlikleri arasında Erol Alkan ('Sweet Melodies'), Vince Clarke ('Two Lovers'), Nick Heyward ile düet ('The Go Betweens'), Paul Hartnoll (Orbital) ('Take Me To The Pilot') ve Xenomania’dan Tim Powell ile ortak yazılan ve üretilen iki şarkı ('Dancing Heart' ve 'He’s Gone') bulunuyor.

Albümün kapanış şarkısı 'Last Time', otuz beş yıllık yolculuğun duygusal bir özeti gibi. Saint Etienne, bu şarkıyla hayranlarına bir plak kaydı üzerinden veda ediyor – hem teşekkür hem de tatlı bir elveda niteliğinde.



CUT COPY – MOMENTS

Beş yıllık aradan sonra gelen yeni Cut Copy albümü ‘Moments’, Avustralyalı oluşumun en kişisel ama aynı zamanda en öforik albümlerinden biri. Yaşanan büyük değişimlerin – ilişkiler, pandemi, toplumsal çalkantılar – izini taşıyan albüm, grubun elektronik pop mirasını korurken daha cesur bir enerjiyle genişliyor.

İlk paylaşılan single’lar ‘Solid’ ve ‘When This Is Over’ albümün ruhunu özetliyor: dans pistine yönelik enerjik yapılar ile içsel sorgulamaları bir araya getiren parçalar. Özellikle ‘When This Is Over’daki çocuk korosu dokunuşu, albümün duygusal katmanlarını belirginleştiriyor.

Prodüksiyon, synth-pop’tan trip-hop’a, saykodelik tınılardan rock esintilerine kadar geniş bir yelpazede geziniyor. ‘Brand New Me’nin neşeli melodilerinden ‘Axis Of Evil’ benzeri karanlık synth dokularına kadar her kayıt, Cut Copy’nin yaratıcı evrimini yansıtıyor.

Sonuç olarak ‘Moments’, yalnızca bir dans albümü değil; hayatın karmaşası içinde nefes alma, kaçış ve bağlantı kurma üzerine bir deneyim. Cut Copy, hem duygusal hem ritmik anlamda en parlak işlerinden birine imza atıyor.



EL MICHELS AFFAIR – 24 HR SPORTS

Prodüktör ve çok yönlü müzisyen Leon Michels, son yıllarda hem yeraltında hem de ana akımda iz bırakan en önemli isimlerden biri haline geldi. Norah Jones’un Grammy ödüllü ‘Visions’ albümünden, Clairo’nun adaylık kazanan ‘Charm’ına, Kali Uchis’in ‘Moonlight’ına ve Brainstory, Derya Yıldırım & Grup Şimşek gibi isimlerin kayıtlarına kadar uzanan üretkenliği, onun imzasını modern müziğin her köşesine taşıdı. Şimdi ise kendi projesi El Michels Affair’in yeni albümüyle geri döndü: ‘24 Hr Sports’.

Albüm, ’80’ler ve ’90’ların Sports Illustrated görsellerinden, MF DOOM’un ‘Special Herbs’ serisinden ve gospel ikonlarından Pastor T.L. Barrett’tan besleniyor. Bu etkiler Michels’in dokunuşuyla birleştiğinde, ortaya 2025’in en iddialı albümlerinden biri çıkıyor. Üstelik bu kez El Michels Affair, enstrümantal ağırlıklı önceki işlerinden sıyrılarak geniş bir vokal kadrosuyla sınırlarını daha da genişletiyor.

Açılış şarkısı ‘Drum Line’, yürüyüş bandosu davulları ve güçlü üflemelilerle adeta bir marş gibi albümün kapısını aralıyor. Brezilyalı Rogê, futbol esintili sözleriyle ‘Mágica’ya Latin coşkusunu katarken; Ganalı Florence Adooni ‘Say Goodbye’da Frafra dili ve İngilizceyi harmanlayarak kendine güvenen bir hit yaratıyor.

Albümdeki sürpriz isimler bununla sınırlı değil. The Roots üyesi trompetçi Dave Guy, funk ve dub arasında gidip gelen ‘Oakley’s Car Wash’a imzasını atıyor. Clairo, birlikte yaptıkları Charm’ın büyüsünü ‘Anticipate’te yeniden yakalıyor. Japonya’dan Suginami Children’s Choir, 2Clean The Line’a masalsı bir katman eklerken; Shintaro Sakamoto, ‘Indifference’ta kayıtsız bir aşkın hikâyesini hem söylüyor hem konuşuyor.

Albümün duygusal zirvelerinden biri, Michels ile Norah Jones’un tekrar bir araya geldiği ‘Carry Me Away’. Gospel damarını öne çıkaran ‘Take My Hand’, Fabulous Rainbow Singers korosu ve efsanevi Rahsaan Roland Kirk’ün saksofonuyla albüme ruhani bir dokunuş katıyor. Finaldeki ‘Victory Lap’ ise dinleyiciyi rüya gibi bir epilogla uğurluyor.

‘24 Hr Sports’, El Michels Affair’in bugüne kadarki en cesur ve kapsamlı işi. Spor kültüründen gospel’e, funk’tan elektronik esintilere uzanan bu albüm, hem çeşitliliği hem de bütünlüğüyle 2025’in en çok konuşulacak kayıtlarından biri olmaya aday.



SUEDE – ANTIDEPRESSANTS

Britpop kuşağının en karizmatik temsilcilerinden Suede, 10. stüdyo albümleri ‘Antidepressants’ ile yeniden sahnede. 5 Eylül’de BMG etiketiyle piyasaya sürülen albüm, grubun kariyerinde hem bir dönüm noktası hem de hâlâ zirvede olduklarının kanıtı.

2022 tarihli ‘Autofiction’ı ‘punk albümleri’ olarak tanımlayan Brett Anderson, yeni albüm için şu yorumu yapıyor: “Eğer ‘Autofiction’ punk albümümüzse, ‘Antidepressants’ post-punk albümümüz. Modern hayatın gerilimleri, paranoyası, kaygısı ve nevrozu üzerine. Bağlantısız bir dünyada bağlantı arayışımızı anlatıyor. Albümün adı ‘Antidepressants’. Bu, kırık insanlar için kırık müzik.”

Basçı Mat Osman ise albümü “widescreen ve iddialı… büyük sahnelere ait, vitesi yükselten bir kayıt” olarak tarif ediyor. ICP (Belçika), RAK ve Sleeper Sounds (Londra) ile RMV (İsveç) stüdyolarında canlı kaydedilen ‘Antidepressants’, Suede’in sahne enerjisini olduğu gibi yansıtan bir iş.

Albüm, ilk single ‘Disintegrate’ ile açılıyor. Motown punk esintili bu şarkı, Anderson’ın “Come down and disintegrate with me” davetiyle hem meydan okuyan hem de teslimiyetle kucaklaşan bir ruh halini ortaya koyuyor. Çürümeye direnmek yerine onunla dans etmek… Bu çelişkili duygu, albümün tamamına nüfuz ediyor.

‘Dancing With The Europeans’, grubun dinleyicisiyle kurduğu bağa doğrudan bir övgü niteliğinde. Anderson’un İspanya’daki bir konser sırasında seyirciden aldığı ilhamla yazdığı şarkı, “Your ghosts are my ghosts” dizesiyle Suede’in en samimi seyirci kucaklamalarından biri haline geliyor.

Ve ardından ‘Sweet Kid’ geliyor: 90’lardan beri süregelen o küstah, asi enerjiyle yoğrulmuş, deri ceket yaka kavrayan bir rock marşı. 1996 tarihli ‘Trash’in genetik kodlarını taşıyan şarkı, Suede’in zamansızlığını bir kez daha kanıtlıyor.

‘Antidepressants’; düzenli, kusursuz bir kayıt değil; tam tersine, canlılığını hatalardan, terden ve sahne ışıkları altında hâlâ bir tür trans peşinde koşan bir grubun dürüstlüğünden alıyor. Albüm hüzünlü değil, elektrik yüklü. Ölümün yüzüne bakarken mükemmelliği değil, varoluşu seçiyor.

Suede’in 10. albümü, geçmişle gelecek arasında kurulmuş gerilimli bir köprü gibi. ‘Autofiction’ın ham gücünden beslenen ama daha geniş ve iddialı bir vizyonla gelen ‘Antidepressants’, hem kırıklıkları hem de coşkuyu kucaklıyor. Albüm, Suede’in hâlâ neden sahnede ve listelerde olmayı hak ettiğinin güçlü bir cevabı.



BIG THIEF – DOUBLE INFINITY

2022’de Grammy adaylığı getiren ‘Dragon New Warm Mountain I Believe in You’nun ardından Big Thief, altıncı stüdyo albümleri ‘Double Infinity’ ile geri döndü. New York’taki Power Station’da kaydedilen albüm, grubun üyelerinin Brooklyn’den Manhattan’a bisikletle gidip geldiği, günde dokuz saat boyunca bir topluluk müzisyenle birlikte doğaçlama çaldığı üç haftalık yoğun bir süreçten doğdu. Uzun süredir birlikte çalıştıkları Dom Monks prodüksiyon koltuğundaydı; kayıtlar canlı alındı, overdub’lar en aza indirildi.

Albümdeki duygusal yelpaze oldukça geniş: neşeli ‘Happy With You’, coşkulu ‘Words’, karanlık 2No Fear’ ve huzurlu ‘Double Infinity’ birbirini tamamlıyor. Lenker, kişisel hikâyelerini dinleyiciyle paylaşmaktan çekinmiyor. ‘Incomprehensible’da çocukluğundan kalan izleri toplamak için yardım isterken, ‘All Night All Day’de arzularını çıplak bir dürüstlükle dile getiriyor.

Albümün ruhu, yer yer R.E.M.’in E-Bow the Letter’ını andıran bilinç akışıyla ilerliyor. ‘Los Angele’ ve ‘Double Infinity’ rüya gibi bir atmosfer yaratırken, ‘Happy With You’ tekrarda huzur buluyor, ‘All Night All Day’ yılın en “arzu dolu country şarkısı”na dönüşüyor. ‘No Fear’ ise dub esintileriyle Zen’e yaklaşan bir dinginlik sunuyor.

‘Double Infinity’, Big Thief’in sahici doğaçlama ruhunu korurken, prodüksiyon tercihlerinde daha mesafeli bir estetiğe yaslanıyor. Bu tercih kimi zaman şarkıların ham gücünü törpülüyor olsa da, Adrianne Lenker’in olağanüstü şarkı yazımı ve çıplak duygusal yoğunluğu albümü taşımaya fazlasıyla yetiyor. Big Thief, hangi müzikal patikayı seçerse seçsin, Lenker’in kalemi sayesinde zamansızlığını korumaya devam ediyor. 

PAYLAŞ :